Arabeskçileri tanımam ama aşina olduğum sesler vardır. O dönem Hakan Taşıyan sanırım yeni yeni moda oluyor ya da ben ilk kez sağda solda duymaya başlıyordum. Ali’lere gittik, bahçedeyiz; Ali’yi ve beni birazdan anlatacağım merak etmeyin. Sigara içiyoruz, radyoda arabesk bir istasyon çalıyor. Aslında, Ali seviyor ve benim de umurumda değil ne çaldığı, birinin umurunda değilse bari diğeri keyif almalı tutumundayım, o dönem rahatsız da olmuyorum üstelik şimdiki gibi.
Bir istek parça çalıyoruz şimdi diyorlar, bir parça geliyor, ben zaten çoğu gibi bunu da ilk kez duyuyorum ama Ali arabesk seviyor, şarkıcılarını ve parçalarını tanıyor. Allah Allah, kimmiş bu diyor, gerçekten şaşırıyor yani. Anladığımdan ya da bilebileceğimden değil de, hem sesi benzettiğimden hem de bildiğim sayılı isimden biri diye Hakan Taşıyan’a benziyor diye bir bilmişlik yapıyorum. O da Müslüm Gürses diyor. Yahut ben Müslüm Gürses diyorum da o Hakan Taşıyan diyor. Sonuç olarak tahminlerimiz bu iki isim.
Şarkı bitiyor ve sunucu “Evet diyor, bu güzel parça için Hakan Gürses’in yüreğine sağlık” falan. Böyle demiyor tam olarak ama işte sonuçta şarkıcının adını söylüyor: Hakan Gürses. Gülüyoruz, çünkü her ikimiz de tahminimiz de yanılıyoruz ama yarısını tutturuyoruz. Hakan Taşıyan’ın Hakan’ıyla Müslüm Gürses’in Gürses’i var.
***
Ben artık lisedeydim. Zaten orta 3’le birlikte taşınmanın sayesinde mahalleden ve sayısız saçmalıktan uzaklaşmış durumdayım. O anlamda daha rahatım yani, çünkü aslında mahalledeki muhabbetler beni genelde rahatsız eden şeylerdi ama yapacak da bir şey olmayınca, bir şekilde etrafınızı çevirmesine izin veriyordunuz sokağa çıktıkça.
Lise 1’deyken okulla olan ilişkimi açıklamak için, matematik sınavında kâğıdın üstünde uyuyakalıp hocanın da uyandırmayın dediği bir öğrenci olduğumu söylemem yeterli olacaktır sanırım. Sahiden de, sınav bitip kâğıtları toplayan öğrenci kâğıdımı dirseğimin altından çekmeye çalışınca uyanmıştım. Ama kaloriferin yanı o kadar sıcaktı ve benim o kadar uykum vardı ki…
Ali, ki bu gerçek ismi, sessizdi okulda. Nasıl tanıştık bilmiyorum, belki ben ondan borç istedim, belki o benden silgi istedi. Hatırlamıyorum ama şimdi fark ettim, bende silgi falan olamayacağına göre belki de kimse kimseden bir şey istememiştir. Sonra çıkışta bazen beraber sigara içmeye başladık. Şimdi kocaman bir cadde olan okula bitişik birkaç boş arsada yakmaya başlardık. Sonra, benim ev ona çok uzak olacak diye, Anadolu Caddesi’ni geçip onun mahallesinin tarafına giderdik bazen arsalarda oturmak yerine. Kocaman boş bir arsayı geçtikten sonra, tek katlı, badanalı eski bir evdi Alilerin evi. Ama durumları kötü değildi, yani her ne iş yapıyorlarsa artık, yolundaydı anladığım kadarıyla. Kendi evleriymiş, bir tane daha var demişti eliyle mahalleyi göstererek. Alilerin durumu beni ilgilendirmiyordu ama sanırım Ali’nin varoşlardaki alışık olduğum rahatsız edici tipler gibi olmamasında belki de maddi sıkıntıların altında ezilmemesi vardır diye söyledim bunu.
Ev halkından kimseyi görmedim gittiğimiz üç dört seferde de. Sanırım okul çıkış saatinde kimse olmuyordu veya gittiğimiz günlerde o gün kimse olmayacak diye götürmüştür beni, hiçbir fikrim yok. Bahçelerinde oturup sigara içiyorduk, çay da içtik sanırım bir iki defa.
Ali’nin suskunluğu, az konuşması hoşuma giderdi. Böylelikle ben de dilediğim kadar susabilirdim. Az konuşurduk, boş da konuşmazdık. Yani çok önemli şeylerden konuşmazdık ama laf olsun diye de konuşmazdık demek istiyorum.
Bunun dışında, onda bir kötülük görmedim. O da kendine göre içine kapanmıştı, hiçbir çıkar ilişkimiz yoktu. Salt bir arkadaşlıktı kısıtlı görüşsek de, bu arada, okulda Ali’yle aynı sınıfta olmamıza rağmen çok görüşmezdik niyeyse. Belki de ben hep teneffüslerde yapacak bir şeyler bulduğumdan, hatırlamıyorum, ama özel bir sebebi yoktu. Ancak çıkışta hem sigara içmek, hem de beraber susmak ve üflediğimiz dumanda kendi düşüncelerimize dalmak için buluşur, biraz vakit geçirirdik.
Lise 2’in ilk dönemi bittikten sonra abimle Malatya’ya gittik. Ali’yle de görüşmedik dolayısıyla bir daha. Ama iyi çocuktu Ali, soyadı neydi acaba, hatırlasam bir görmek isterdim bulmayı deneyip.
Bizim okul Nergiz’in sonundaydı, Vali Erol Çakır Lisesi, civardaki tek yeni binaydı ve biz de ilk veya ikinci yılının öğrencileriydik zaten. Nergiz de o dönem göçmenlerin yoğunlukta yaşadığı, mahalle kültürü henüz ölmemiş bir yerdi. Nergiz’den denize doğru gittiğinizde ise tren yolundan sonra Bostanlı başlardı. İç tarafa doğru ise, eskiden Anadolu Caddesi’nin bıçak gibi keserek Nergiz’den ayırdığı adını bilmediğim o mahalle vardı. Caddeyi geçmenizle birlikte çok katlı yapılaşmayı neredeyse hiç göremezdiniz, düzensiz sokakların ördüğü, dağınık yerleştirilmiş bakımsız evlerle dolu yıpranmış, yorgun bir kenar mahalleydi orası. Kendine has rahatsızlıkları, hastalıkları, kendine has küçük sıcaklıkları olan ve benzerlerinden eskiden yüzlerce bulunan bir garip mahalle işte.
***
Geçen sene anneme ev bakarken Nergiz’de bile kira fiyatlarının uçtuğunu gördüm. O civarlarda pek çok yeni yapı var, eski iki katlı göçmen evleri “lüks” denen görece rahat apartmanlara bırakmış yerini. Arabayla Anadolu Caddesi’nden de geçtim, Alilerin oradaki boş arsa, muhtemelen oldukça iyi fiyata gidip yerini bir siteye bırakmış. Bahsettiğim mahalle de şu “kentsel dönüşüm” içinde. Eminim Aliler de evlerini oldukça yüksek bedellerle devretmişlerdir, eğer bu dönüşüm zamanlarına kadar satıp matmadılarsa tabii.
Bununla birlikte, artık hiçbir yerde sessizliğin kalmadığını da düşündüm. Boş arsalara her zaman araba sesi, belki çocuk bağırışları, uzaklardan bir müzik sesi falan gelebiliyordu ama sigaranızdan bir duman çekip bir an dalıp gitme “lüksünüz” vardı. Şimdiyse üst üste yaşanan, kendi başınıza kalacağınız bir metrekare yer bulamayacağınız bir yapılaşma var. Belki yine Ali ve Mustafa Kemaller okuldan çıkıp buluşup sigara içiyorlar, ama o sükûneti bulamayacaklar. Belki bu yüzden büyüdüklerinde daha az sakin, daha çok gergin olacaklardır, bilemiyorum, belki de alakası bile yoktur.
***
Tüm bunları anlattıktan sonra şu Hakan Gürses’den bir parçayı bulup sırf Ali’nin hatırına paylaşıyorum. Tamamını da, rahatsızlığımı yok saymaya çalışıp hatta keyif almaya çalışarak, eski günlerdeki gibi dinlemeye çalışacağım. Biliyorum şimdi de sessizsin, sınıflarımızdaki gibi sessiziz ikimiz de bambaşka yerlerde. İnsanları konuşturan şeyler bize, eskisi kadar boş vermiş olmasak da, yine de çok anlamlı gelmiyor. İrili ufaklı hırsların, gerçek değeri olmayan etiket telaşlarının kıyısında, eskisi gibi sakince, sessizce, belki mutlu değilsek bile şikâyet de etmeden bir sigara tüttürebiliyor muyuz bir arkadaşımızla, var mı böyle arkadaşlarımız, soru budur belki de. Tamam, sigara zararlı, zaten ciğerlerinin sağlıksız olduğunu düşünürdüm belki bırakmışsındır sen de, peki ya çay da mı öyle? Ha bu arada, karşılaşsaydık, artık arabesk kontenjanın sadece bir adetle sınırlı olurdu, onu da bilesin.
🙂 Çok güzel bir arkadaşlık öyküsü. İnşallah bir gün bir yerde hayat sizi tekrar karşılaştırır.
Az daha konuşsaydınız soyadını hatırlardınız belki.
Evet, belki de… 🙂