Yüzüme çarpan yel, suya düşen damla

Kapalı havaları seviyorum, daha doğrusu, haz alıyorum. Hele bir de fırtına ya da ince bir yağmur varsa bu haz katlanıyor. Güneş ışınlarının önü kesilmişken griye veya turuncuya dönen gökyüzünün rengi, ister doğal bir ortam isterse insan yapısı bir yer olsun fırtına çıkınca ara verilen işler dolayısıyla oluşan sessizlik, diğer tüm şeyler, hepsi hoşuma gidiyor.

Doğal afetleri, canlıların gördüğü zararı seviyorum, severim demiyorum, ben sadece fırtınaları ve yağmurları sevdiğimi söylüyorum. Yanlış anlaşılmasın.

Dinlemesi de ayrı bir zevk; rüzgârın ara ara daha da kuvvetlenince çıkardığı ıslıklar, boyun eğdirdiği ağaçların çaresiz fakat şikâyetçi olmayan yapraklarının sesi, hele bir de akarsuya düşen yağmur damlaları varsa… Eşsiz bir senfoni oluyor.

Gerçi, ben bir akarsuya fırtına çıkmadan da hafif bir yağmur yağsa çok memnun oluyorum. Durup seyretmek, sesini duymak beni dinlendiriyor. Fırtına seyretmek de dinlendiriyor ama hangisinin daha çok dinlendirdiğini bilemiyorum, bunun üstüne hiç düşünmedim. Öyleyse şu an düşüneyim, bir bakalım…

Şimdi düşününce de aralarında tercih yapamadım, ikisi de çok dinlendirici.

Bir fırtına, bir yağış esnasında kendi bedenim içinde sağlıklı olmaktır belki hazzı veren gizli şeylerden biri. Belki bir sığınakta olmaktır. Gerçi, dışarıda olup içerisinde olmayı da seviyorum ancak tabii ki başıma bir şey gelse fikrim değişebilir.

Güzel şey sonuçta; fırtına, yağmur, doğa.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir