Sonbaharla birlikte değişir aniden bakışım dünyaya.
Sıcaklık azaldığı gün (ki bugün gibi, 3 Eylül), biraz da yağmur yağdıysa, merhaba demiştir Sonbahar.
Sonbaharla birlikte, ister istemez, bir nostalji kaplar içimi. Gelecekten çok geçmişe bakmaya başlarım. İster istemez ağırbaşlı olurum, düşünceli, “kaybettiğini” (yaşadığını) bilen, bunu sindirmek zorunda kalmış biri.
Hafızamızı mı açıyor acaba bu mevsim değişikliği? Belki.
Yazın canlılığı yerini kışın kapalılığına bırakmaya başlar, biz de bunu uyum sağlarız.
Sonbahar, soğuk bir şeyler içip serinlediğin değil, sıcak bir çikolota içip içini ısıttığında gelmiş demektir. Bugün benim de yaptığım gibi.
Sonbahar, içimizi ortaya seren bir şiir aradığımız günlerdir. Anlatamayız dolarız da hani, işte bu dizeler deriz, tam ben. Şiir en güzel sonbaharda okunur.
Müzik seçimin de değişir istemsiz, harekete geçiren değil de ruhunda usulca gezinen, derinlere inen şeyler dinlemekten haz alırsın.
Bu ağırbaşlılık, düşüncelilik, hareketlerine de yansır. Hızlı gitmek değil de yavaş yürümek, yürürken hatırlamak, düşünmek istersin, eski duygularını yeniden yaşamak ister gibi, bir yandan da onları kaybettiğini hayıflanır gibi. Hüzündür sonbahar, güzel bir hüzün. Araç içinde bile yavaş, seyrede seyrede, hissede hissede gitmek istersin; söz gelimi küçükken gördüğün bir ağaç dalının hışırtısını tekrar yakalamak ister gibi camdan…
Sonbaharda işi değil de akışı istersin. Çıkarı değil de samimiyeti ararsın. Kavgayı değil de anlayışı beklersin. Sonbahar, insanlığın tamamlayıcı yüzüdür, savaşın bitip de yaraların sarımı, barışa duyulan gereksinimin ayırdına varılması… Dinlenmek, duymak ve düşünmek zamanı.
Eskiden, mevsimlerin etkisini değiştiremediğimiz zamanlarda, yazın değil de kışın daha sokulgan olduğumuza kuşku yok. Belki bir mağarada yazın nemli, daha da sıcağı istemediğimiz için sarılmıyorduk ancak herhâlde kışları daha da ısınmak için sarılıyorduk birbirimize. Belki bu yüzden sonbaharda sen sarıl, sana sarılınsın istersin. Sıcaktır insan. İnsan, insanla sıcaktır. Bunun için sonbaharın yalnızlığı ayrı bir acıtır insanı.
Kötülükler daha da kötü gelir, iyilikler yetindirmez, az gelir, çoğalsın istersin. Keşke herkes bir ateşin başında toplansa dersin.
En güzel yağmur sonbaharda yağar ve en güzel duyguların bir kısmı, en güzel bu ayda yaşanır. Bunu görenler dedi “Eylül’de Gel” diye, şüphen olmasın.
Odaya girdiğinde, iki ışık varsa kapatırsın birini benim yaptığım gibi. Genelde sevmesen bile loşluğu, sonbahar loşluğu hoşluk eder.
Şehir de uyar sonbahara, her şeyiyle. Hiçbir teknoloji dize getiremedi henüz, boynunu vuramadı sonbaharın. Parklar, sokaklar, ıslaklık, bulutlar, yel, nem; bir çeşit belirsizlik içinde belirginlik arama, belirginliğin önemini kavrama, tutunma.
Onsekizsindir yeniden, yirmisekiz olursun sonra, otuz olduğunu fark edersin sonra. Onsekizinde yaşadıkların sarmalar seni, yirmisekiz sonra.
İnsanlık ilk filmlerini sonbaharda keşfetmiştir, emin olun. İlk filmlerimiz anılarımızdı, güzelliklerdi, sıcaklıktı, hüzündü.
Sonbahar kahvedir, sevgilidir. Yalnız olsanız bile.
Hoşgeldin en sevdiğim mevsim.
Hoşgeldin ürpertim, hoşgeldin battaniyem.
Hoşgeldin eksikliklerim, tamam olduğumuz günlerin hatırına, yaşamaya devam, bir buruk gülümsemeyle. Neyse ki “çayımız sigaramız, bunlarımız tamam”.
Ezgi’nin Günlüğü’nün mevsimi, hoşgeldin.
Başım hep dik olacak, bu hayatı ben yaşadım, her şeyiyle. Kendi ellerimle. Ne kadar dönüp baksam aynı şeyi diyeceğim: Bendim. Kaybetmek, iyiydi, öğrettikten sonra dersler acı olabilir. Sonunda daha sağlam, daha iyi biri olduktan sonra, kayıplar kazançtır.