Yunanistan kötü yönetimin ve Türkiye karşıtlığının getirdiği maddi yükün altında ezilen bir ülke. AB’ye büyük miktarda borçları var ve ödemek zorundalar. Uzun zamandır ekonomik durumu kötü ve bu yüzden orta direk yıkılmış, dar gelirliler ise isyan vaziyetindeydi. Seçimlerle birlikte hayal pazarlayan, ancak bu hayallere belki de inandığı için başarılı olan, solcuların çılgınca sevinmesine sebep olan birisi seçildi. Tek başına iktidar olamasa da başbakan oldu ve kabinenin çoğunu kendi adamlarından atadı.
Seçimlere ilk tepki, beklendiği gibi, para piyasalarından geldi, zira bir kural olarak para emniyeti ve sözlere bağlılığı sevdiğinden, başbakanın çılgın projeleri parayı tedirgin etti. Bankaları takip eden borsa ise bizim için bir anlam ifade etmese de ekonomide geçerli bir gösterge. Vahim olan ise, düzelmek yerine daha kötüye gideceğine kuşku yok.
Hayatın sert yanı karşısında “devrimci bir ruhla” ve hayallerle ayakta kalan sol ideal için iktidar olmak çoğu yerde alışılmadık ve sıra dışıdır. Dolayısıyla, bizde alışmamış kıçta don durmaz dedikleri gibi, sol bir yönetim de iktidara asla hazır değildir. Ne kendi içinde kavgaları biter ne de katı gerçekler karşısında etkili çözümler geliştirebilirler. Bir ülkenin hayallerle yönetilmek istendiğinde neler olduğunu az çok kendi sağ hükûmetimizden biliyor olmamız lazımken, bizdekilerin gereksiz Yunanistan sevincini anlamlandırmak pek kolay değil. Yalnızca ideolojik farklılığın duygusallığıyla Yunanistan’ı güzel günlerin beklediğine inanmak, örneğin Fransa’da Müslüman bir hükûmet iktidara gelmesine ve çok güzel günler yaşayacağına inanan bir Müslüman olmak gibi havada, asılsız.
Örneğin savaşı düşünelim, katı gerçeklerden örnek vereceğiz ya. Savaşlarda ideolojiler değil, askerler savaşır; bedenler, silahlar, teknikler, taktikler… Gerçek olan budur, arkaplandakiler ise ikincil önemdedir artık. Bu durum ekonomi için de, sağlık için de, tarım için de böyledir.
Görme engelli bir sağlık bakanı atamış çiçeği burnunda başbakan, açıkçası, oldukça dokunaklı. Öncelikle, engellilere hak ve fırsat eşitliği verilmesinin insanlığın bir gereği olduğuna kuşku yok, ancak, gözleri görmeyen bir bakanın, bazı bakanlık vazifelerini doğrudan yapamayacağı da ortada. Kendi adına birçok denetimi ise danışmanları veya güvendiği başka isimler yapacağına göre burada bir hak ve yetki paylaşımı ortaya çıkar ki, bu durumda bakan yalnızca bu bilgilere göre karar veren kişi olarak o anda bakan mıdır, yoksa bakılan mıdır tartışılır. Bu işin olası tek iyi yanı, engelli haklarında iyileşme olabilir. Onun dışında, kabul etmesi zor da olsa, çeşitli maluliyetlerin bazı görevlere uygun olmadığı ortadadır. Örneğin görme engelli bir insan askerlik yapamaz, vinç operatörü olamaz (en azından günümüz tekniğine göre bu olanak henüz yok), cerrahlık yapamaz… Örnekler çoğaltılabilir. Bakanlığın ise bu işlerden daha az “gözle görmeye” ihtiyaç duyduğunu düşünmek ise ayrı bir tartışma konusu ve bana göre, ne yazık ki, her türlü üst düzey yönetim işi gözle görmeyi gerekli kılıyor. Dolayısıyla yapılan bu atamanın kamuoyu desteği sağlamak için yapıldığını ancak ters tepeceğini düşünüyorum, son yıllarda oldukça çilekeş olan Yunanların bir engellinin engeliyle dalga geçecek olması da bize insanlık dışı gibi gelecek olsa da, kaçınılmaz bir sonuç. İlk önce sağcılar dillendirecek, sonra onlara karşılık veren solcular da gün geldiğinde mecburen susacak. Zaten darboğazda olan bir ekonomide kusurlara karşı tolerans da iyice azalır üstelik.
AB ise başbakanın hayallerine karşı sert bir sözlü uyarı yaptı çoktan, “Yunanistan’ın borçlarının yeniden yapılandırılması söz konusu değil,” dediler. Başbakanın hemen pes etmeyeceğine kuşku yok ancak ayakları yere basmadan güreşen herkes tuş olur, bu benim gibi güreşenlerin iyi bildiği basit bir gerçek. Güç ayaklarımızdan gelir, ayaklarınız yere basmadığı zaman havaya savrulmanız çok kolaydır. Hayat ise mücadeledir, dolayısıyla güreşle benzerlikler kurmakta sorun yok.
Sol idealin küçük topluluklarda başarılı şekilde uygulanması pek mesele değil, üstelik hoş tablolar da ortaya çıkar, desteklerim. Ne var ki ölçek büyüdüğünde yeni sorunlar karşısında, zaten kendi ideolojik problemleri olan solun yönetimde olması kaçınılmaz son demektir. Sol’un belirsiz bir ideoloji olmasından daha evvel bahsetmiştim burada, okuyabilirsiniz.
Bir başka toplumun yeni zorluklarla karşılaşacak olmasından ötürü sevinçli değilim, buna karşın bizdeki solcuların ölçüsüz ve taşkınlığa varan bir ideolojik sevinci paylaşmasını anlıyorum. Çünkü oradaki seçim başarısı onların hayallerini ateşledi, bir Yunan düşüne yattı hepsi, sert bir şekilde uyanacaklar, birkaç seneye kalmaz.
Sonra da emperyalizmi suçlayacaklar, tipik teraneler işte. Hâlbuki emperyalizm de muğlaktır, var olmakla birlikte. Dolayısıyla, buna karşı mücadele edilmesi gereken noktalarda başarısızlığın açıklaması emperyalizmin acımasızlığı mı olacak? Şüpheniz olmasın ki öyle olacak.
AB üyesi bir devletin Venezuela ya da Küba gibi görece tecrit altında olamayacağını biliyoruz. Dolayısıyla AB içindeki bir devletin haddiden fazla dozdaki irrasyonalizmle yönetilebilmesi mümkün değil. Başbakanın ise sanki aba altındaki bir sopaymış gibi ima ettiği AB’den çıkma tehdidi ise aslında kendi halkına karşı yapılan bir tehdit, çünkü bunun anlamı ekonominin azıcık nefes aldığı son delikleri de tıkamak demek.
Yunanistan oldukça zayıflamış bir ülkeydi, bunun sebebi yıllardır oldukça kötü yönetilmesiydi. Ardından hepsi birbirinden çılgınca olan sağ veya sol hayaller sunuldu halka, halk ise daha iyi görünen sol hayalleri seçti. Başbakanın tepetaklak olacağını görmek ise “liseli devrimci” takma adını gururla söyleyen solcuların hayallerini yıkmayacak, çünkü sol, irrasyoneldir. Sağlam bir kavrayış ve akla dayanan uygulamalar yerine ideolojiye dayanan diğer bütün yönetim tarzları gibi.