Hayatımda iki dönem arabesk dinledim. İlki, Adana’da yetişen halaoğlum sevgili Murat’ın biz lisedeyken sürekli Ferdi, Müslüm kasetleriyle falan yanımıza gelmesinden mütevellit. Özellikle Ferdi. Her akşam, yatarken mecburen Ferdi dinlerdik, şikâyetçi de değildik. Zaten Adana arabeskin membaı, bunun sebebini birkaç sosyolojik araştırmayla anlamak kolay olurdu. Yahut Orhan Kemal okumak da yeterdi ancak Adana’nın gelir adaletsizliğinin gerçek Arap kültürünün izleriyle de birleşmesinden olacak, arabesk müzik burada yeniden yoğruluyor, yeni bir biçimde tekrar vücut buluyor.
İkincisi ise askerlik. Askerde yoğun akan bir arabesk damar kaçınılmazdır. Önceki varoşizm yazımı okudunuzsa sebeplerini kendiniz de anlayabilirsiniz, yani zor durumda olan insanın bundan zevk almaya çalışmasının bir sonucu.
Arabesk çokları için ifade ettiği anlamları benim için ifade etmiyordu o zamanlar. Öncelikle, kendi MP3 çalarımda ağırlıklı olarak hareketli İspanyolca şarkılar veya sevdiğim başka şarkılar olurdu. Ancak kendi müziğimi dinleme şansım olmadığında, örneğin başımızda rütbeli varken arazide, yalnızca küçük radyolara, o da kişisel ilişkilerimizden ötürü izin olurdu. Asker bölgelerinde genelde çoğu istasyon menzile girmez ve giren istasyonlar da askerleri dinlettirmek için dayarlar arabeski.
Erol Budan’ın “Uçurumun Kenarına Getirdin Ömrümü” deyişini, adını bilmediğim adamın “Kaç Cumalar Geçti, Ne Görüşler Bitti” deyişini ilk askerde duydum. Bu arada, bir hapishane şarkısının askerde dinlenmesi, temelde hapishane ve askerlik birbirine karşıt gibi dursa da kolayca anlıyoruz, çünkü her iki ortam da kişilerin hürriyetlerinin zorla kısıtlandığı yerler, hapiste askerlik hissi olmuyorsa da askerde hapislik hissi kaçınılmaz.
Türk arabesk müziği varoşizmin estetik bir meyvesi, zaman zaman hiçbir anlam aramadan da ezgileri için dinlenebilir üstelik. Az evvel benim uçurumun kenarına gelmem gibi. Tabii ki Ömer Lütfi Mete’nin “Uçurumun Kenarındayım Hızır” diye başlayan şiirindeki estetiği çoğu zaman herhangi bir arabesk güftesinde göremezsiniz.
Kayıpların, asla gerçekleşmeyecek heves ve isteklerin, imkânsız aşkların müziğinin temelinde ağıt var aslında. Ancak ağıt daha çok feryada kaçar, ağıtın edebî ürünlerinde estetik bulunsa da ağıtın da temeli acıyı kaşımak yatar. Teskin, teselli olmaz ağıtta. Arabesk müzik de daha modern, kendine ait kuralları olan daha modern bir ağıt ama ölüye, kaybedilenlere değil, belki de hiç sahip olunamayanlara, toplumsal adalet(sizliğ)e yakılan bir ağıt. Onun için ağıt gibi çökertir arabesk, ileriye götürmez, hasar varsa tamir etmeye bakmaz, daha çok yıkmaya, acıtmaya, kanatmaya bakar. Çünkü acı çekmek hissetmek, hissetmek ise yaşamaktır; güzel yaşamayı keşfedemeyen insan, bir şekilde yaşadığını acı çekerek de olsa hissetmek durumunda.
Uçurumun kenarında yaşar gerçekten de, düşmek için bir gamzelik rüzgâr yeter her zaman. Bu psikoloji kendini zaman zaman “cinnet” şeklinde açıkça gösterir, sorsanız Adana sıcak ondan derler. Hayır, bu bir zihniyetin, toplumsal bir öğretinin sonucu.
Tepkiler aşırı, bencilce ve iletişime kapalıdır arabeskte. Arabeskin dayanışma gerektiren sosyal şartlardan çıkıp da nasıl bu kadar bireysel olduğunu, insanın zaaflarında aramak gerekiyor elbette. Arabesk zihniyeti benimseyenlerin acı dışında hiçbir şeyde birleşememesinin de açıklaması yine bu zaaf. Acıda birleşme ise, toplu bir Caferi ayini gibi, bireyin acısını daha derinden yaşamasına olanak tanıyan bir çeşit ritüel oluyor. Arabeskin dayanışmasında, dayanışma gerçekleştiğinde de bunun toplumsal bir bilinçle, diğerkâm bir bilinçle gerçekleştiğini görmüyoruz. Örneğin bir arkadaşı, bir yakını, sevdiği biri için fedakârlık yapan birinde bu fedakârlığın acılı oluşunu, kendinden vazgeçişini, sonuçta arabesk bir tutumu görüyoruz. Kişi, bir başkası için kendini feda eden kişinin yüceliğine inanmış, ben mutlu olamıyorsam X olsun demiş, bu yolla tatmin ve garip bir mutluluk hissi aramıştır.
Bu sebepten arabesk zihniyet tek kişiliktir, bırakın toplumculuğu, iki kişilik ilişkiyi bile sağlıklı sürdüremez. Arabeskin toplumculuğu ise ayakları yere basmayan, masalsı, irrasyonel bir toplumculuktur. Bir çeşit şahsi ideadır o, merkezde yine ilgili birey vardır ve kendisi daima gizli özne olarak merkezdedir. Toplumun bir parçası olarak kendini konumlasa bile bu bencillik değişmez. Bu kültürün Arap kültürüne, çöl yaşamına kadar uzanan kökenleri ise konumuz dışında. Arap sazlarının farklı karakteristiğini, içe dönüklüğünü ve başka kültürlerdeki hangi enstrümanlara benzediğini anlatan olsa da dinlesek.