Birkaç satır karalayıp sonra dosyayı kapatıp geri dönüşüm kutusuna gönderme işlemini, birkaç saat içinde, üç defa tekrarladım. Bunu, bir yazarın daktilosuyla yazdıklarını beğenmeyip o kâğıdı buruşturup atmasına benzetebiliriz, bu durumda üç buruşturulmuş kâğıdım olacaktı. Daha eski zamanlarda parşömenlerin, papirüslerin bu kadar kolay harcanabileceğini sanmıyorum. Herhâlde zengin bir yazar değilseniz kolayca o değerli yazı nesnelerini bu kadar hesapsız kullanamazdınız. Bu sebepten antik metinlerin üzerinde, genel olarak, daha fazla düşünülmüştür.
Hakkında konuşmayı çok sevdiğim Antik dünyaya daha fazla dalmadan tekrar kendime dönüyorum. Sildiğim dosyaların bir yenisini daha açmayı düşünmezken, eski bilgisayarımdan aktardığım dosyalarıma göz attım. “Notlar” adı altında, iki buçuk yıl önce oluşturulmuş bir dosyayı açtım. Herhâlde dosya adına çoğul ekli isim verdiğimde iyimser davranmışım, çünkü dosyanın içinde tek bir not vardı. Birkaç yüz kelimelik tek bir paragraf, bir romanın parçası olarak düşünmüşüm. İlk okuduğumda, notu ne zaman ve nasıl aldığımı hatırlamadım ama gerçekten beğendim; başarılıydı, iyiydi. Bu eski notu alıp güncel notlarımın arasına taşırken, yazdıkça aslında gayet güzel şeyler ortaya koyabildiğimi fark ettim, bu da benim keyfimi biraz yerime getirdi ve bloguma, şu an okuduğunuz notu almamı sağladı. Evet, bazen, bize lazım olan şeyin nereden çıkıp geleceğini hiç bilemiyoruz.