Belki de yazılar sadece yazıldıkları ve okundukları anda varlar, sonraları yok, olması da gerekmiyor belki. Bir öyle, bir böyle yazmakta da sorun yok belki, yazmak, bazen sadece sesli düşünmek ve bunları biriyle konuşuyormuş gibi aktarmak. Doğru veya yanlış olması gerekmiyor böyle bir yazının, sadece yazılması, okuyucusu varsa da sadece okunması gerekiyor. Ama bir yazı, okunmakla varlığını tamamlasa da aslında yazan biri için yazıldığı andan itibaren kendini tamamlıyor olabilir. Bilemiyorum. Tabii böyle ifade edince, hedefli yazıyla hedefsizin, ki hedefsiz yazı son dönemlerde fazlasıyla moda, farkı ortaya çıkıyor. Sanat ile ilhamın farkı gibi yani. Neyse.
Vivaldi bizi daha iyi ifade ediyor dese biri bana, ben de onu dinlesem, Vivaldi’yi değil, bu tespitin sahibini; neden, nasıl, anlasam. Beethoven hızlı desin mesela, ya da yavaş ne bileyim, veya hüzünlü desin, fazla romantik desin, kekremsi desin, buna bile razıyım… bir şeyler desin, benim bilmediğim, üzerinde düşünemeyecek kadar yabancısı olduğum belki. Bilmiyorum. Bir şiir gibi dinlesem tüm bunları, klasik müzik eşliğinde.
Bu arada, eskiden, yani artık değil ama eskiden, garip ama, belki de farkında olmadan kendimi şartlandırıp film etkisinde mi kalmıştım bilmiyorum da, klasik müzik bende çoğunlukla şiddet uygulama isteği yaratıyordu. Fazlasıyla hem de. Ama yapmadım, sadece hayal ettim. Sonra, geçti. Aksi durumdayım şimdi. Sanırım daha huzurlu biriyim artık.
Müzik, başka bir âlemden gelmiş gibi gelmez mi size de, her türlüsü hem de. Bir Irak Türkmeninden müzikle ilgili bir şey dinlemiştim, o da İtalya’da bir başkasından dinlemişmiş sanırım. Size de anlatayım, orijinal bir hikâye. Kendi tarzımla anlatacağımdan, siz sadece olay akışına, ana hatlarına dikkat edebilirsiniz.
Zamanında Musa, Yahudilerin peygamberi biliyorsunuz, hani şu Tur Dağı olayı var ya, oraya çıkıp tanrıyla konuşması, bu olayla, ve müzik kelimesinin kökeniyle ilgili…
Biliyorsunuz, sayısız dilde müzik kelimesi birbirine çok yakın yazılıyor. Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde. Müzik, music, musik, musika, museke, vs. Peki, neden? Etimolojiyi sevsem de giresim yok, bu hikayenin içine etmek olur üstelik. Hikâyemiz, bu kelimenin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor…
Musa dağa çıkmış ve tanrıyla konuşacakmış, tabii tanrının eski âdeti, aracılarını falan göndermiş, ne bileyim herifin yüreğine ilhamlarda bulunmuş falan. Musa ise, emirleri yasakları ve muhabbetin diğer konularını alıp gideceğine, seni duymak istiyorum demiş tanrısına, bizzat seni, senin sesinle, ne olur, acı bana ve duyur kendini. Tanrı ona ilhamla ya da meleğiyle artık neyse, hayır demiş, sen benim sesimi duyarsan dayanamazsın, bunu duymaya gücün yetmez, bu seni aşar… Musa inatçı, daha doğrusu, tanrı aşkıyla yanmış yürek kebap, akıl gitmiş firik olmuş, ille de duyacağım seni, senden.
Tanrı bakmış Musa konudan sapmış, aşağıda Yahudileri emirleri bekliyor, sanırım inatlaşmak istememiş onunla, tamam demiş, bunu sen istedin artık… Ve, onunla konuşmaya karar vermiş. Ve, ona seslenir seslenmez, daha ilk kelimelerde Musa bu sesin eşsizliğinden, muhteşemliğinden, kendinden geçmiş, bayılmış, dağdan aşağı yuvarlanmış.
İnince, meraklı bir grup onu beklediğine kuşku yok. Musa ne oldu, Rab’le konuştun mu falan üşüşmüşler başına onu yerden kaldırıp. Musa ise büyülenmiş, hipnotize olmuş gibi afedersiniz yani mal gibi öyle bakar bakar dururmuş, tek kelime edememiş bir süre, sesin etkisinden yani. Sonra sonra kendine gelince, soruları duymuş, sorular aynı, onunla konuştun mu, Rab sana ne dedi?
Evet demiş Musa sakince, âşıkça, evet demiş onunla konuştum. Fakat ilk kelimelerini duyar duymaz kendimden geçtim ve bayıldım, düştüm, yuvarlanıp buraya geldim. Sonra ne oldu bilmiyorum, fakat dostlarım, dünya üzerinde böyle güzel bir ses bugüne kadar duyulmamıştır, onu anlatmak için bütün kelimeler yetersiz kalır…
Sanırım birkaç kelime de olsa meraklı Yahudilerimiz için önemliydi. Ne dedi demişler sana, ne dedi Musa, ne dedi?
Musa durmuş, seslendi bana demiş, “Ey, Musa!” dedi, ben sadece bunu duyabildim, ancak böyle bir güzel ses ne önce duydum, ne de sonra duyabilirim.
İbranice de bu hitap “Musa, ke!” şeklinde söyleniyormuş.
Sonra, insanlar tanrının sesini tarif edebilmek, taklit edebilmek, ona yakın bir ses bulabilmek için müziği keşfetmişler. Yani Musa, ke’yi arayıp durmuşlar… Musake.
İşte bu yüzden, müziğin kökeni tanrının sesiymiş. O gün bugündür insanlar, o eşsiz, o güzel sese ulaşabilmek, onun bir benzerini duyabilmek için müzik, yani “Musa, ke” yapıp duruyorlarmış.
Selamlar,
Bu bilgiyi seneler önce okudugum sufizm ve musiki diye bir kitapta okudugumu hatirliyorum.Ancak hikayedeki etimolojik bilgi bilimsel referans olarak kullanilabilirligi olan bir bilgimidir bilemiyorum.Yani Musa ke , gercekten ibranice de bir mana ifade eder mi? Hikaye bana göre gercek;-)Ama bilimsel degil saniyorum ..bu konudaki görüsünüzü alabilirmiyim lütfen
Merhaba, ne yazık ki ben herhangi bir kaynaktan duymadım. Araştırma gereği de duymadım. Hikâyenin kendi içindeki tutarlılığı bana kâfi. Çünkü oldukça hoş. Doğru ya da yanlış olması gerçekten hiç önemli değil. Burada önemli olan müziğin aşkınlığına, bizi şaşırtmasına, ne kadar etkilediğine dair güçlü bir mesaj verilmesi. Benim görüşüm böyle 🙂