Orada

Küçük bir çocukken, Aslan Kral’ı sinemada izlediğimde, müziğinin “beni alıp götürdüğünü” hissetmiştim. Bir çeşit mutluluk, oföri, sessizce yaşamak istediğim. Gözümde canlanırdı güzel, doğal manzaralar; kahverengi dağların arkada uzandığı bir nehir manzarası, yeşil bir orman bazen, bazen de şehrin içinde ışıklı, ağırbaşlı bir cadde, ve, bazen de fiziksel olarak tam tarif edemediğim bir mekân ve aslında daha çok bir ruh hâli.

Tanımadığım sesler çağırırdı beni. Böyle müziklerde diyorum tabii, yoksa durduk yerde gaipten değil. Yani ben o müziği, sesi beğendiğimde, o kadar beğenirdim ki, sesin geldiği o meçhul, o bilinmez, o güzel yerlere gitmek isterdim. O an gidemesem de bunu düşünebilmek bile beni mutlu ederdi. Hâlâ ediyor.

İlkokul üçüncü sınıftayken, muhtemelen aptalın teki olan ve sürekli boyalı kalemlerim olmadığı için beni rahatsız eden, resim öğretmenimiz bir gün sınıftaki herkese en beğendiği rengi sormuştu. Açıkçası, bugün sorsanız “en çok sevdiğim renk” gibi klişe bir soruya verilecek yanıtım yoktur. Ancak o günlerde vardı, sorun şu ki, o renk etrafta pek görebileceğiniz türden bir ton değildi. Rüyamda görmüştüm, ten rengini andırıyordu ama değil, daha yumuşak, daha güzel, bildiğin güzel, çok güzel bir renkti işte. Bazen gözlerimi kapatıp o rengi düşündüğümde bile biraz da olsa mutlu olmayı başarabilirdim, o kadar da güzel bir renk, ve şimdi tekrar o rengi yazarken hatırlaması bile bana iyi geliyor. Seviyorum o rengi.

Beni de kaldırıp en sevdiğim rengi sordu. Genelde dürüst bir insanımdır, doğruyu söyledim. Rüyamdaki renk öğretmenim dedim. Bana ne dediğini bilmiyorum sonra, umurumda olmadığı da belli, hatırlamadığıma göre. Bu cevabım birilerine gülünç gelmiş de olabilir, gülünçtü de aslına bakarsanız, ama gerçek buydu. Onlar da umrumda değildi, bende istemediklerimi umursamamak çok küçük yaşta gelişmiş doğal bir beceriydi.

Uzanıyorum, bir şeyler okuyorum, arkada çalan müzik birden beni içine çekiyor, ister istemez gözlerimi kapatıyorum ve bu sesin beni çağırdığı yere, bu sese, o yerlere gitmek istiyorum, mutluluk orada çünkü, orada mutlak mutluluk. Açık seçik değil o yerler, olsa belki daha iyi olurdu. Gizemli biraz, belirsiz, bir his esasen, bir oföri dedik ya işte. Ama güzel. Yalnız da olsan, zorluklar da olsa hayatında, beklenmedik bir anda bu yerleri düşünebilmenin verdiği geçici mutluluk bile yeni bir güç, yeni bir coşku veriyor insana. Aşağıya ilgili müziğin olduğu 4 dakikalık kesiti aldım, vurdu beni. (Artist: Electric Moonlight, Parça Adı: Tree of Life)

Ve ben artık, Nietzsche’nin de dediği gibi, hazırım, “Oraya gitmek istiyorum, oraya / Artık güvenim var koluma, kendime”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir