İnternette sörf yaparken Ali Tekintüre ismini öğreniyorum (bu arada, eskiden sık kullanılan İngilizceden aşırma “internette sörf yapma” deyiminin modası geçti nedense). Yaptıklarına, yazdıklarına bakarken bir yerde, benim de pek sevdiğim gibi, modernite eleştirisini çaktığını görüyorum:
“Artık duygu dünyası da değişti. Bazı şeyler çok kolay elde edilir hale geldi. Kolay elde edilen şeylerin kıymeti olmaz. Bundan sonra kolay kolay ne bizim gibi yazanlar gelir ne de öyle okuyanlar… Çünkü o zamanın, o ortamın içinde yoğrulmuş insanlardık biz. Bugün bilgisayarla, internetle yoğrulan insanın duygusundan fazla bir şey bekleyemezsin.”
Ali Tekintüre merhum gibi, bence dibine kadar ilginç bir karakterden, bu konuya geçti zihnim sonra. Dediğine büyük oranda katılıyorum. İnternet, ilişki tüketimini hızlandıran önemli bir teknoloji. Tüketim çağı, tüketim kültürü, tüketim toplumu ve her şeyden önce bir tüketici olmak isteyen modern insan stereotipi ise, her şeyi olduğu gibi ilişkileri de, ne denli sindirdiğine bakmaksızın, sadece hızla tüketme peşinde…
Bu yüzden yaralarımızı, zayıflıklarımızı, korkularımızı, neredeyse herkesten ve her şeyden çok gizler olma yoluna gidebiliyoruz. Tüketim toplumu gücü yüceltirken, insani olan her şeyi pazarlayabileceği ölçüde öne çıkarıyor. Dayanışmayı, paylaşmayı, uzun soluklu ilişkileri, ilişkilerde derinleşmeyi, daha sağlam birliktelikleri sevmiyor tüketim kültürü; zira esasen bunlar tüketim çılgınlığını azaltma etkisi olabilecek şeyler. Tüketimin azaltılması, her şeyden önce bir tüketici görevi biçilmiş modern insan için bir tabu, yasak meyvedir. İnsanın bu kültüre olan doğal yatkınlığı da düşünülürse, bu algı oyunlarının devasa bir gizli örgütten çok, pazarlamacı ortak aklın ürünü olduğu ortada. İnsanı “insanlıktan” uzaklaştıran, her zamanki gibi, yine insanoğlu.
İlişkilerin, tarafların kendilerini gizleme yoluyla da derinleşememesinin sebebi, tarafların birer tüketici olduğu kadar aynı zamanda karşı taraf için birer tüketim nesnesi olduklarını artık benimsemiş olmalarıdır. Zayıf hissettiğimiz anlar dışında, yahut güven için, kendimizi birine açmak için dayanılmaz bir arzu duymak dışında, bu gizlerden bahsetmiyoruz. Çünkü, insan ilişkileri yalnızca karşılıklı bir tüketim alışverişine döndüğünden, kutsal tüketimin ise her şeye bir son kullanma tarihini biçtiğini çoktan kabullendiğimizden, en azından bizi en çok biz yapan o en özel şeyleri tükettirmek istemiyor, bir korunma refleksiyle, ilişkileri yüzeysel bırakmak pahasına, kendimize saklıyoruz. Kendimize sakladığımız dertlerin çoğalması da tüketim düzeninin işine yarar; yetersizlik hissi, tıbbi olarak yardıma muhtaç olma hâli gibi pek çok duygu ve düşünceden yine doğrudan veya dolaylı, mutlaka ekonomik bedelleri olan, yeni tüketimler yaparak kurtulmaya çalışmamız oldukça olası olur bu sayede. Bireyler arası dayanışma, destek, yardım, anlayış… Tüm bunlar, çoğu zaman, tamamen bedavadır; en azından ekonomik olarak. Tüketim tanrıları ise “gerçekten ve tamamen bedava” olan hiçbir şeyden hoşlanmaz.
Yaşanan gönül ilişkilerinin sayısı, yaşayan insan sayısının kat be kat fazlası şeklinde ve bu oran muhtemelen tarihte hiç olmadığı kadar yüksek. Sevgili/partner tüketim listemizin kabarması da bir kusurdan çok bir elbise değişimi gibi algılanabilir pekâlâ. Bunca yaşanan ilişkiye rağmen yalnızlığın ve buna bağlı ikincil etkilerin artması ise tüketim tanrılarının espri anlayışını yansıtıyor sanırım. Elbiseler çoğaldıkça giysisizlik hissinin artması gibidir belki de.
Oysa, insanı mutlu edecek ve ruhunu doyuracak olan ilişkiler, bu türden ilişkiler değil; daha özel, yani, gerçekten özel olan şeylerdir.
Sevmekse, geliştirilebilen ve geliştirilmesi de gereken bir beceri, bir zanaat.
Arabeskten dolaylı olarak bahsetmişken de sevdiğim bir Arapça şarkıyı koyayım.