Yazarın Odası ve Timaş’ın pamuk kılıflı zokası

balik-zokasi

Fotoğraf: https://flic.kr/p/7oXGBY

Birkaç yıl önce karşıma çıktığında alma gafletinde bulunduğum bir kitabı hatırlıyorum, Timaş Yayınları’ndan çıkan “Yazarın Odası” eserinin başlığı ilgimi çektiğinde içini karıştırmıştım ve ardından büyük bir zevkle satın almıştım.

Ancak bu kitap üzerine birkaç şey söylemesem olmaz. Çünkü, daha evvel Timaş’ın birçok defa yaptığı üzere, yine gerçek dışı ifadelerle kitabı allayıp pullama çabasını bu kitapta da fark ettiğimde pişman olmuştum. Gerçi, ben kitabı içeriği için almıştım ama içeriğin, çok daha fazlasıyla internette halka açık yayımlandığını bilmiyordum, kitabın arka kapağındaki “bulunmaz bir kitap” ifadesi ise bu noktada yanılmamın sebebi olmuştu. Yanıltılmam ise beni kızdırır, kızınca da yazarım.

Geçmişte, çoksatar kitapları “Kayıp Gül”de de aynı dümenleri yapmaktan ar etmemiş olan Timaş’ı tekrar hatırlayalım. Neydi o dümenler? Sorunun yanıtını Hürriyet’ten Ezgi Başaran vermişti: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12887668.asp?yazarid=341

Yazarın Odası’nı birkaç saatte okumuştum, güzel kitap doğrusu çünkü çok şükür kapakta ismi öne çıkarılan Orhan Pamuk yalnızca önsöz yazmıştı. Kitabın içeriğinde ise Truman Capote gibi gerçekten sevdiğim yazarlarla yapılmış söyleşiler vardı. Şahsen, benim için Orhan Pamuk’un önsöz bile yazması iticiydi, dolayısıyla kitabın içine bakmasaydım almazdım. Orhan Pamuk’a gelince, Türkiye’deki sayılı profesyonel yazardan biridir ve satış anlamında da başarılıdır. Fakat, her ne kadar edebî yönü ondan üstün olsa da bir çeşit Elif Şafak’tır kendisi. Her iki yazar da, ki Şafak’ın düzgün Türkçe bile bilmediği ortadayken, kendilerine getirilen ciddi eleştirilerin altından kalkamayıp yığının ve medyanın arkasında “beğeni balonuna” saklanmakla yetindiğini biliyoruz. Bu tutumları bile gerçek sanatçı kimliğinden ne kadar uzak olduklarını göstermeye yeter çünkü sanatçı, sanatının arkasında durup sana bana “anlamsız” gelebilecek tartışmalara girer ve sanatını savunur. İsimleri ölümsüzleşmiş bütün gerçek sanatçılar istisnasız bu tutumu sergilemiştir. Bu isimler ise sanatçı olamamalarına karşın “giysi gibi kuşandıkları sözde siyasi duruşları” yüzünden ve çeşitli çıkar çarklarının merkezine konumlandırıldıklarından ötürü, isimleri pek çok defa biz istemesek de medya marifetiyle yüzümüze çarpılan yazı üreticileridir. Elif Şafak benim kriterlerime göre yazar bile değilken, Pamuk’un hakkını teslim edeyim, o sadece kötü, beğenmediğim bir yazardır. Şafak’ın ise, “eserlerini” Türkçe bile yazmadığı ve çevirmen-editör marifetiyle Türkçeye kazandırdığını herkes biliyorken nasıl Türk ve Türkçenin yazarı olarak yutturulduğu destansı bir başarıdır. Bunu kabul eden herkes Türk yazınını zerre kadar anlayamamıştır, hiçbir yazın, çeviri edebiyat üzerinden oluşmamıştır, oluşamaz. Yazarlar, kendi dillerine yalnızca kurgu yapmakla katkıda bulunmaz, sentaks, kelimeler, işleyiş, üslup… Bunlar beynelmilel değildir, o dile hastır. Bu basit gerçeği sündürecek değilim ama, lütfen, Elif Şafak’ı olur da yazar olarak kabul etseniz bile Türk yazarı veya Türkçenin yazarı olarak kabul etmeniz mantıksızdır. Orhan Pamuk’la ismini birlikte anmak bu sebeple Pamuk’a hakarettir. Pamuk, beğensek de beğenmesek de, iyisiyle kötüsüyle bir Türk yazarıdır ve yazınımızda yeri vardır. Şafak’ın sağlam bir irade gerektiren yazarlığı bırakın, basit ama asil bir felsefe olan vejetaryenliği bile nasıl “otoburluk” seviyesine indirgeyerek et yemeye bile “yalandan, yeniden geçişini” pazarladığını mide bulantısıyla okumayan kaldı mı ayrıca? http://www.odatv.com/n.php?n=elif-safak-et-degil-bizi-yiyor-1409141200  Bir diğer nokta ise, kendisini eleştirenlere eşinin basın marifetiyle sansür yahut saldırılarda bulunduğu öteden beri kulislerde konuşuluyor. Doğru mu bilmiyoruz, ancak bu da doğruysa, başka bir çeşit acınası durum olarak Şafak portresindeki yerini alır.

The Paris Review, edebiyat dünyasının ağır toplarından olagelmiş bir dergidir ve pek çok edebiyatsevere göre gezegenimizdeki en iyi 20 edebiyat dergisinden biri olduğuna kuşku yok. Buna bağlı olarak, söyleşileri bile oldukça kalitelidir. Zaten ben de birkaç soru cevabı okuyunca hayran kalıp almıştım.

Esas önemli haber şu, Yazarın Odası’nı oluşturan söyleşilerin tek önemi, Türkçeye tercüme edilmiş olmaları. Daha önemlisi, Capote’un, Faulkner’ın, Marquez’in söyleşi yoluyla da olsa arzıendam ettikleri bir kitaba, Pamuk gibi yetkinliği oldukça tartışmalı bir yazarın önsöz yazması kitaba değil, Pamuk’a değer katar olsa olsa. Tabii ki Timaş bu önsöz numarasıyla özenti okuru kandırmış mıdır, kandırmıştır evet, orası ayrı. Burada bazı ezbercilerin Nobel Edebiyat Armağanı’nı öne sürerek Pamuk’u pamuk gibi aklama yolunu seçeceğine de kuşkum yok, ancak ilgili armağanların edebiyat ayağının ne zaman ve nasıl bu kadar “siyasileştiği” konusu ayrı bir araştırmayı gerektiren ve artık hiçbir edebiyat çevresinde inkar edilmeyen bir gerçektir.

Bununla birlikte, kendi adıma Pamuk okuyana da beğenene de itirazım ya da tepkim falan olmaz, ancak Şafak okuyup da beğendiğini söyleyen bir insanın edebî beğeni yönünden sığ olduğunu anlamam hiç zor olmaz. Bu sebeple Şafak okuyanlarla entelektüel bir tartışma dahi içerisine girmem.

Sonuçta, İngilizceniz benden iyiyse şuradaki birbirinden güzel söyleşilerle edebiyat ihtiyacınızı ardı arkası kesilmeyecek orgazmlarla giderebilirsiniz: http://www.theparisreview.org/interviews

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir